Türkiye’nin Çay Partisi

Prof. Bobby S. Sayyid - Leeds Üniversitesi / [email protected]
29.06.2013

Türkiye’nin birçok büyük şehrini silip süpüren protestolar tuhaf bir olgudan ibarettir. Gezi Parkı’nın korunmasına destek çıkan gösterilerin esas tetikleyicisini anlamak basit görünmektedir. Polisin aşırı müdahalesine verilen tepkiyi anlamak da basit görünmektedir. Açıklaması daha güç olan, bu küçük çaplı çevre protestosunun nasıl da son on yılda ortaya çıkan yeni Türkiye’ye yönelik muhalefetin bir sembolü olduğudur.


Türkiye’nin Çay Partisi

Batı’da bu protestolar, gençlerin ve eğitimli kimselerin Doğulu bedenlerinin altında aslında Batılı olduklarının bir ispatı olarak görülmektedir. Başka bir deyişle protestolar, Çin’in yükselişi Batı merkeziyetini azaltsa bile Batının evrenselliğini doğrulamaktadır. Protestoların popüler Batılı kutlamaları karşılıksız değildir -gösterilerin birçoğu Batılı değerlerin evrenselliğinin sinyalini vermekte ve tırmanarak büyüyen Doğunun dini fanatikliğe karşı özgür bireysel değerler açısından başkaldırılarını belirtmektedir. Bu protestolara bir açıklama getirmek için protestocuların ve bazı destekleyicilerinin bu durumu Arap Baharıyla yüzeysel anlamda karşılaştırmaya odaklanmasının ötesine gidilmesi gereklidir.

2009 yılında orta yaşlı beyaz bir Amerikalı kadın belediye binası toplantısında şöyle dedi: “Ben ülkemi geri istiyorum.” Aynı anda dokunaklı ve fevri olan bu kalpten yakarış, Amerika’da ilk kez bir Müslüman başkanın -Barack Hüseyin Obama- seçilmesine bir tepkiydi. Obama başkanlığının düşmanları yalnızca rakip Cumhuriyetçi parti değil, aksine Obama’nın seçilmesiyle deliye döndüğü görülen uç düşüncelere sahip Amerikan nüfusunun bir kesimiydi. Amerikan Çay Partisi Hareketi, Obama’yı sadece siyasi bir rakip olarak değil ayrıca dünyalarının sona ermesinin işareti olarak görenlerin bir ittifakıydı. Çay Partisinin merkezi bir lideri yoktur; ancak kendi ülkeleri Amerika’nın yönetiminin siyasi oyunun bir parçası olmayan insanların eline geçtiği inancında bir araya gelmiştir. Obama’nın seçim zaferi, normalde siyasi sürece dahil edilmemiş seçmenlerin mobilizasyonuyla mümkün kılınmıştı. Eskiden köle sahibi olan ırkçı bir devletin siyahi bir başkan seçmesi bazı kimseler için oldukça rahatsız ediciydi. Hiçbir hikaye -Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı olmaması gereken- Obama söz konusu olduğunda yinelenmemesi için yeterince korkutucu veya paranoyak değildi. O, Malcolm X’in ‘gayri meşru çocuğu’, uyuşturucu bağımlısı, sosyalist ve hepsinden de kötüsü gizli bir Müslümandır.

Elbette Türkiye’nin de 11 yıldır Müslüman bir başbakanı vardır ve bu da asıl problem gibi gözükmektedir.

Bunun nedeni de Oryantalizmin sınırları içerisinde kaldığı ve Müslüman kimliği otoriter ve geriletici olarak görüldüğü müddetçe herkesin Müslüman olabileceğidir. Oryantalizmde ilerleyici, kapsayıcı ve sosyal adalete kendini adamış bir Müslüman olması olasılığı yoktur. Ne yazık ki bu, yalnızca Batının en iyisi olduğuna değil ayrıca Müslümanların tabiatı gereği modern olmayıp otoriter olduğuna inandığı görülen birçok protestocunun kafasında da bu şekildedir. Oryantalizme göre inanan bir Müslüman demokrat olmayıp, adalet ve özgürlük lehinde davranamaz. İslam ve demokrasi bağdaşamaz. Bunun gibi önceki kanılarla ilgili sıkıntı, onları çökertmek için hiçbir şeyin yapılamayacağıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri en reformcu hükümetin AK Parti hükümeti olduğu gerçeği -Alevileri ve Kürtleri de bünyesinde bulundurmak için ciddi çabada bulunmuş, türbanlı Müslüman kadınların yüksek öğrenime devam etmesine olanak sağlamış, mevzuattan ölüm cezasını kaldırmış, seçimle gelmeyen ‘derin devlet’in rolünü kısıtlamıştır... Diğer toplumsal ve ekonomik reformlardan hiç bahsetmiyorum bile- unutulmuştur. Cumhuriyetin 80 yıllık tarihi boyunca hangi hükümet daha az ‘otoriter’ olmuştur? Reform gündemiyle yönetime gelen bir hükümet, reformlardan faydalanamadığını düşünen bir grubun tepkisini toplayacaktır. AK Parti hareketinde farklı olan ise partinin seçim başarısının yeni kolektif irade yaratmaya dayanmasıdır ve parti toplumdaki marjinelleri siyasete dahil etmiştir. Bu durum elbette hak sahibi insanların en çok nefret ettiği şeydir; velev ki bu kimseler AK Parti’nin başarısının rüşvet ile partinin ne için oy kullandıklarının bile farkında olamayacak kadar eğitimsiz seçmenlerine dayandığını öne sürmektedirler.

Gezi Parkı protestoları -özel olma hakkına sahip olduğunu düşünen; eğitimli ve laik olup daha iyi yerlerden geldikleri için AK Parti başa gelene kadar kenarda kıyıda kalmış kimselerle gücü ve imtiyazları paylaşmaması gerektiğine inanan- bu ‘salahiyet partisi’ tarafından büyük ölçüde ele geçirilmiştir. Türkiye’yi değiştirmek ve bu çatışmanın ivme kazanarak artmasında kilit olan Kemalizmin kalelerinin bunu baltalamadaki yetersizliği AK Parti’nin siyasi başarısıdır. Bu protestolar, Avrupa modernitesi hayali kisvesi altında gerçekleşmektedir: ‘Liberal ve demokratik’. En Batılı kendileri olduğu için bu kimseler kendilerinin modern olduğunu düşünmektedirler. Modernite ve Batı arasındaki bağlantıyı aşındıran gezegensel dekolonizasyon ile kendilerini tarihin yanlış tarafında bulmuşlardır.